12.30.2009

yuro 2016



bence bütün stadlar istanbulda olsun. özellikle de istanbulun geri kalmış bölgeleri bu turnuvayla canlandırılabilir. mesela maslak'ın orta yerine bir stad yapılabilir. altından arabalar falan geçer, aynı monako oluruz.

sonracıma sarıyer var. hem geçmişten gelen bir futbol kültürü de var sarıyerin. stadı yenilenirse ordaki sarıyersporlu taraftarlarımızın kendi bölgelerine stad yapılmasını ne kadar çok istediklerini gözlerimizle görürüz. kendi gözlerimle gördüm yahu. sarıyerde berber muhittin abi var ona dedim. turkey 2016 dedim. bir anda gözleri parladı, obarey dedi. neyse efendim. tt arena, olimpiyat, kadıköy,maslak, sarıyer... ah az kalsın unutuyordum. inönüyü nasıl atlarız. özellikle beşiktaşta oturan insanlarımızın futbola açlığı her geçen gün dikkat çeker bir hal aldı. insanlara tenekeyle apış pandik oynamaktan fenalık gelmiş. her an her dakika futbolu düşünür olmuşlar. o zaman bu da değerlendirilmeli. hem aponun tuttuğu takımda göz ardı edilmemiş olur. ne kaldı? zeytinburnu! işte bu. hem c ronaldoda yuvasına dönmüş olur. burada portekizin oynayacağı bir karşılaşmayla. bakarsınız kendi gibileri gördükçe zeytinburnusporla 2+3 yıllık bir sözleşme imzalanır. kaç oldu? 7. ee bu kadar yeter. bir tane de anadoluda olsun değil mi? onu da devler ligi finaliyle iyi bir sınav vermiş olan izmet ismetpaşa stadında yaparız. tamam işte. ne gerek var efendim memlekete dağıtmaya etkinlikleri. formula olsun istanbulda yaparız. olimpiyat olsun istanbulda yaparız. ot olsun istanbul. b.k olsun istanbul. eli kalem tutan üç beş yazı yazanın alayı istanbulda oturuyor ya, çoluğundan çocuğundan fazla uzaklaştırmayalım. bütün maçları istanbulda yapalım.



bak tam bitiriyordum ki aklıma harika bir fikir daha geldi. istanbul ligi tekrar mı canlanrılsa ne? hem fazla uzaklara gidip maç izlemek zorunda da kalmazsınız yarın öbürgün canınız deplasmana gitmek isterse. yumurtalarınız sıcacık kalır. diğerleri oynamasa da, olmasa da, yaşamasa da olur zaten...

not: ilk olarak pc lionda yorum olarak yayınlanmıştır. sonrasında amanda ne güzel yorum oldu du şunu bloguma ekleyeyim diyerek oluşturulmuştur. tamamen özentilik yani.

11.11.2009

Atama Saygıyla



yok ben senin diktatör olup olmadığını kanıtlamaya çalışmayacağım. gülüp geçemiyor bir güzelde sövüyorum bunu diyenlere. kusura bakma atam, senin gencin biraz küfürbaz oldu.
kaldı ki senin gencinde olmadık ki doğru dürüst. ne yaptık ne edebildik senin devrimlerini korumak için. her yolu göstermiştin oysa ki sen bize. bursu nutkunu da yazmıştın. hiç bir alanı boş bırakmadın, devrimden, doğruluktan sapmayalım diye. ben (biz) ise sapalı çok oldu. her pisliği içimize sindireli de...
kolayı seçip siyasetçiye de yüklemeyeceğim suçu. arsız dünyanın her yerinde arsız. bu bize özgü değil.
ama...
aması var işte.
amayı bulamıyorum be atam.
hani karşımda olsan. vursan kadeğime. söylesen aklına geleni eyvallahta. sen yokken senden kaçabilmek daha bir kolay. kolaycıyız zaten az çok bilirsin "dna" mızı. 7 sinden 70 ine kolayı seçtik. cumhuriyetini korumaya çalışmak yerine havafişek şovlara hayranlıkla bakmayı seçtik. 19 mayısları gençliğe eziyet etmek için bir gün olmasını seçtik. 23 nisanı kutlu doğum haftasına denk getirdik. sen bize miladi takvimi sundun. biz hicriyle miladiyi birleştirip sabit bir gün olarak kabul ettik peygamberimizin doğum gününü. ona da hakaret ediyoruz, sana da...
bu kez olsun bunları seçmeyeceğiz dedik. %47 yle seçtik. gel dedik. çok güzel yollar yaptın. biraz daha yap...

***

bir gün abimle konuşuyoruz atam.
dedim ki keşke bi 10 yıl daha yaşasaymış. ismet paşa bu işi kotaramadı. yapsa yapsa o yapardı (yanlış anlama atm, ismet paşaya garezimiz yok ama ne sen oydun, ne o sen olmayı başarabildi...). ah be dedi abim biraz aç içseydi keşke. sonrasında ekledi. kolay mı be dedi bu kadar sığırla uğraşmak. ayık kafayla çekilir mi bunlar?
bilmiyorum atam sen neden içtin? neden daha az içmedin inan bilmiyorum. ama ben bu akşam senin şerefine içiyorum. malum rakı seversin sen ama şarap alabildik. bunu bulabildik. kusurumuza bakma artık. o da buraların toprağından çıkıyor nasıl olsa.

sen rahat uyu bekçisiyiz diyeceğim ama. senin gibi sözüm ona bir diktatör (ki her şeyi geçtim şu fotoyu veren bir adam diktatör olamaz) adam edemedikten sonra biz (bunları) bekçi olsak ne olur. anca olay mahalline koşarız işte gücümüz yettiğince. biz bir sokaktan öbürüne geçerken. arka sokaktaki eve girer bir hırsız,arsız hatta delalet sahibi olamayan bir zibidi. götürür gene her bir şeyimizi.

işte böyle atam. halimiz (halim) bu! kusura bakma seni rahatsız ettiysem. eminim sana konuşmam seni rahatsız etmemiştir ama duydukların etmiştir. olanlar içinde kusura bakma ayrıca. senin eserini biz bu hale getirdik. vefasız bir çocuk gibi...

5.24.2009

paolo maldini



7 Serie A, 5 Şampiyonlar Ligi, 3 Intercontinental, 5 UEFA Super Kupa, 5 İtalya Süper Kupa, 1 İtalya Kupası, Milli takımda 126 maç...

ve bitti.

5.16.2009

pakize (ii)



...saat sabahın beşi! pakizeyi saklandığı yerden çıkarıp eve götürmeye çalışıyorum. ancak büyük acılar çekiyor taşınırken. "maaovv" nidalarıyla sabahın köründe apartmanı inletiyor. asansör yetişiyor neyse ki imdadıma da eve götürmek kolay oluyor.

koridorda zıplaya zıplaya koştuğu yerde şimdi yere yapışmış yatıyor. ayağa kalkmaya çalışıyor ancak kıçını doğrultmaktan aciz. kanını sürüyor dolaştığı yerlere. manzara feci...

ev arkadaşımı uyandıryorum zar zor. pek anlamamış olacak ki sabahın köründe onu uyandırmamın nedenini "dur biraz daha uyuyayım" şeklinde değerlendiriyor uyku sersemliğiyle. ama anlıyor elbet bir şeyler olduğunu, gidiyoruz tekrar başucuna pakizenin. garibim odaların içine kaçmaya çalışıyor ama başaramadan tekrar yıkılıyor yere. bir an önce veterinere gitmemiz gerektiğini farkedip evden çıkıyoruz.

bir kaç ay önce azgınlığından dolayı gecenin bir yarısı gittiğimiz 24 saat açık olan bir veteriner geliyor öncelikle akıllara. adı "vetland"! kozyatağı carrefour'un karşısında. giriyoruz içeri, bir adam asistanım diye geçineninden, halk arasındaki yeri ise bildiğin hasta bakıcı. tabii bunu yaptığı muhteşem(!) tedavi yöntemlerinden sonra anlıyoruz. hayvana arka arkaya üç tane iğne vuruyor. sakinleştireceini ve iç kanamayı azaltacağını iddia ediyor bunların. bir yandan da asıl veterineri arayıp durumu anlatıyor. önce bir saat sonra geleceği iddia edilen veteriner sonra 8 buçukta gelir, sonra da acaba kaçta gelire dönüyor. biz bekletikçe gelme vakti uzaklaşıyor. bu sırada bir de serum takılması gerekliliğinden bahsediyor "asistan" ancak bacağında bulduğu koca iki damarda da iğneyi oturtqmıyor. bu sefer de seruma zaten gerek yoktu tarzı bir şeyle söylüyor. pakizenin durumu ise pek iç açıcı görünmüyor.

bu sırada oturduğum sandalyenin yanında bir "pet" dergisi görüyorum. her gördüğüm yazınsalı karıştıran içgüdüm bunu da karıştırmamı istiyor benden. şöyle bir göz atayım. kaldı ki içi kedi,köpek yemleri reklamlarıyla doluymuş derken bir de "vetline" isimli bir veterinerin röportajına çarpıyor gözüm. 6 katlı bir hayvan hastanesiymiş kadıköy anadolunun karşısında. neyse biz daha fazla beklemeyeceğiz diyip kalkıp gidiyoruz kadıköye.



ilk izlenim hoş. en azından bir hastaneye benziyor önceki petshop kırması veterinere göre. bir veteriner karşılıyor bizi ki böyle ilgili alakalı olan bir "bilim insanı" na karşılık hayvan olmak varmış dedirtiyor insana. korkudan her şeye "muuuaavv"layan pakize ilk dokunuşlardan sonra kendini doktoruna teslim edesi geliyor. o andan sonra ilk veterinerde kurtuluşunun çok zor olduğu iddia edilen pakize artık tedavi yöntemlerini dinliyor usulca...

son durum: çenesinde 2 kırık, belinde 3 kırık, böbreğinde kan toplanmış, kuyruğunda da bir kırık var. iyileşme durumu için bir hafta boyunca hastanede kalıcak, 3 haftada kafes istirahatinde. dualar ve dahası onunla olsun...

son not:
katil niyetli veterinerin yerini iyice bir öğrenin ki adımınızı atmayın; http://www.vet.com.tr/

pakize (i)



hayvanlarla aram genel olarak iyidir. amcamın "dino" serisi köpekleriyle bağlarda bahçelerde arkadaşımmış gibi koşarak ve konuşarak başlayan ilişki, tipik bir türk evinin evcili muhabbet kuşu "çapkın"ın bize taşınmasıyla devam etmiştir. her türlü evcil hayvanı severim, sıkarım, severken sıkarım, sıkarken severim, haliyle hırpalarım. hayvan sevgisine böyle bir bakış açısı getiren bene yaklaşık 9 aydır "pakize" isimli bir kedi eşlik ediyor. ev arkadaşımın ankaradayken satın aldığı pakize gördüğüm en sevimli, en güzel, en asil hayvanlardan biri. tam bir hanım olan pakize istanbul'daki hayatına 7.katta bir evde başladı.

zemin kattaki hayatını bırakıp 7. kata taşınan pakizenin alışma evresinde elimizden geldiğince biraz sakınıp, biraz elimizde aşşağıya baktırtıp merakını dindirmeye çalıştık. ancak pakizenin bulunduğu yüksekliği algılayıp algılamadığı, algılıyorsa neden hala aval aval pencereden aşağıya baktığıysa akıllarda hep bir soru işareti olarak yerini koruyordu.

ev arkadaşım hayvanı her daim pencere ve balkondan sakınmaya çalışırken, ben kendi gözetimimizde balkona çıkartıp hem güneşten hemde temiz havadan faydalanması gerektiğini savundum. böylece asıl doğası olan sokağın havasını az da olsa soluyabilecek, güneşinde tadını çıkarabilecekti. bu bağlamda da yaklaşık 1 aydır balkon ve civarında bulunduğum süre içerisinde bu akıllının balkona gözetimim altında çıkmasına izin verdim.



dün bütün gece açık olan balkon kapısına karşılık bu hanım kızımız zamanının çoğunu salondaki minderlerde yatarak geçirmeyi tercih etti. ancak gece 3 civarında uyanan pakize önce bacaklarımın çevresinde dolandı kısa bir süre sonra da balkona çıktı. genel olarak balkona çıktığında başında durduğum ve o sırada duramayacağımı bildiğim için hayvanı balkondan alıp koridora attım. oyalanması için de her daim kapalı tuttuğum odamın kapısını açtım...

okulla ilgili bir takım işlerimi yapmamdan dolayı sabahlamayı düşünüyordum dün gece. sabahlamanında en güzel yollarından biri tabii ki kahvedir. uykumun geldiğini hissettiğim sırada kahve almak için mutfağa gittim. ancak döndüğümde hayatımızda önemli bir yeri olan tuvalet gerçeğini farkettim. banyoya doğru koridorda giderken bir tuhaflık vardı. odama göz ucuyla bakıp koridordan geçerken pakize'yi göremiyordum. içime bir kurt düştü ve odaya girip bakınmaya başladım. ne yatağın en yumuşak yerine sinmiş yatıyordu, ne dolabın üzerine çıkmış laptop çantasını kendine yatak yapmıştı, ne de kaloriferin altına girip kendine "vakit ayırmayı" tercih etmişti. oda da yoktu. koridora çıktım orada da yok. ev arkadaşımın odasıyla mutfağın kapısı zaten kapalı, banyoda olmadığından da eminim. peki nerede bu kız?

salon ve balkonda yaptığım derinlemesine araştırmalar koltuğun sandığının içine de girmediğini, minderlerin içinde de bir yere sinmediğini gösteriyordu. geriye tek bir yer kalıyordu o da balkon. balkonda hepi topu 8 metrekarelik bir yer iken onu görememek neredeyse imkansızdı. sanırım aşşağıya düşmüştü!

hızla giyindim ve kendimi sokağa attım. balkondan düşme ihtimali üzerinde durup balkonun hizzasında ki yerlere bakıyordum. ne bir kan izi ne başka bir şey. evde olmadığına emin olduğum içinde bu durum biraz içimi rahatlatmıştı. her halde bir efsane daha gerçekleşmiş. 7. kattan düşen/atlayan bir kediye gene bir şey olmamıştı. muhtemelende buralarda bir yerlerde dolaşıyordu şimdi "dağdan şehre inmiş" misali.




apartmanın bulunduğu ada çevresinde bir tur atmaya karar verdim. sabahın köründe pakize pakize diye dolaşan birini gören pazarcı esnafının şaşkın bakışları altında turumu tamamlıyordum. ama pakizesiz bir şekilde. tam apartmanın yakınına geldiğim sırada apartman kapısının düşmüş olabileceğini tahmin ettiğim yönünün tam tersi doğrultuda, köşeye sinmiş, beyaz bir şey gördüm. sandım ki diğer kedilerden korkmuş, sandım ki tırsaklığından sinmiş oraya. düştüğü yerdeki kanların belki de üzerine basarken umudum en üst seviyedeydi. oysa yanına gittiğimde gerçeklerin farklı olduğunu gördüm. ağzı ve kıç tarafı kan içerisindeydi...

5.11.2009

bunları biliyor musunuz?


-iki dünya kupası finali arası rövaşata atmak ancak sabri sarıoğluna yakışır.

-messi ibrahim üzülmezle coşarız dedi.

-hikmet karaman önceki hayatında fatih terimmiş.

-fenerbahçe başkanı aziz yıldırım selçuk şahinle iniestayı takasa var mısınız dedi. bu da 103. yıldaki hedeflerin büyüklüğünü gösterdi.

-yıldırım demirören tüm konsantrasyonumu beşiktaşa vereceğim dedi.

-zidane yaşayan en büyük futbolcu listesinde 14. sıradan mehmet güveni gösterdi.

-zidane hızını alamadı mehmet geçmişin olduğu kadar geleceğimizinde teminatı dedi.

-zidane tam yatağına yatmış uyuklamaya çalışırken mehmet güven varisimdir dedi.

5.10.2009

ayna



dünyayı dolaşmak diye bir gayretim olmadı şimdiye dek. dolaşmak ister elbet her gönülde kolay değildir herhalde bir dünya turu atmak. kaldı ki nasıl ve ne için olacak bu iş? "maksat ben güney afrikanın bilmem ne kasabasında aslanın sol yanını yedim mangalda, arkadaş hayatımda yediğim en güzel etti, benim diyen danaya taş çıkartır" demekse bu turdaki amacım en sonuna da bi cümle daha ekle. şöyle dükkan adı vereninden. richard ustanın yeri gibisinden. kimse bilmez salaş bir yerdir ama ben bilirim diye de tribini at sonunda. resmi tamamlarsın. yok illa her şeyiyle gittiği kültürü yaşayacak bir gezginlikse senin amacın o zaman işin zor. düğünü nasıldır, cenazesi nasıldır, insanlar neye sevinir neye üzülür falan derken işin uzun sürer. kapitali tekrar yorumlasan benzer boyutta daha kolay işin.

ama yaşadığın toplumun yaşam şartlarını düğününü bayramını öğrenmek daha kolay. en azından kendi hayatından kesitlerle yarılarsın yolu haberin olmaz. gerisi biraz insan içine çıkmaya bakar.

"güzel" ülkemiz diye tabir ettiğimiz "yanlız" ülkemizi anlamaksa hayli zor. nuri bilge ceylan yalnız ve güzel ülkemize hediye ettiği ödülü düşündükçe cümlesinde bir hata olduğunu anlamak çok zor değil zannımca. zira deliler gibi kendini tanıtma meyillisi bir ülke için fazla sanki bu laflar. tamam yalnız olması bir yerde kati. eyvallah coğrafya diye bakarsan illa ki güzel. ama insanı ne kadar güzel?

40 kişi öldürmüş adamlar. hem de nerede? düğünde. cenazeyi bassalar daha makbuldü. düğün bu yahu. ne hayaller vardı o düğünün içinde. ne heyecanlar. ne zevkler. hepsini silmiş süpürmüş bunu düzenleyen adamlar. kendisinin b.k gibi dünyasına bir değişik hava katmış. ne diyorlar şimdi? düğün bastık mı? lan düğün basmanın bile bi adabı olur. biz türk filmlerinden böyle öğrendik. basarsın düğünü. mutsuz sevgilini alır çıkarsın ordan. adam ne sevgili tanımış ne akraba dümdüz gidivermiş topuna. ne cinayeti diye başlık atarsın ki buna? namus cinayeti diye yürüdün bunca vakit, töre dedin. o da tutmadı bir zaman sonra. töre dediğin olan bir şeydir. kimse itiraz edemez. koca ülke tartışır olmuş senin saçma sapan törelerini sende oturup savunmaya başlamışsın. ne dediler sonunda? "katliam"! açıklayabildi mi bu olanın bitenin her türlüsünü? tren de bombalasan katliam, istanbulda işlek bir caddede bomba patlatsan da katliam. ee bu ne şimdi? hiç birine uymuyor. pkk dediğin şeyimin solcusu örgüt bile yapmıyor bu işleri. ille bir halt yiyecekse konunun nerelere gideceğini düşünebiliyor az da olsa. ama neymiş sevdiği kızı buna vermemişler. aferin!

...

adama aklına gelecebilcek bütün şartları sunmuşlar. rusya, fransa, çin bilmem ne derken bir de dünya turu benzeri bir şey sunmuşlar. hem öyle üç beş gün değil. her ülkede bir sene kalmış. sonrasında yeter bu kadar gezmek deyip çekmişler istanbula. bir okula yazdırmışlar, olmamış. diğerine paslamışlar... oradayken şans eseri tanıştığı bir bildiğin orta halli ailenin kızına sevdalanıvermiş. hem de ne sevdalanmak. kafasını kesercesine. bütün parçalarını kesip gitar kutusuna yerleştirilcesine. düşünce kırıntısı var mı? yok! nasıl olsun ki? adam sanat icra ettiği aletin kabının içine kız arkadaşının parçalarını yerleştiriyor. aman yarabbi nasıl bir piskopatlıktır bu? hangi insan yapabilir? nasıl kıyabilirsin o kızcağıza yahu. anlarım nefret edersin bir insandan. hepimiz birilerinden nefret etmişizdir bu güne kadar. ama gidipte parçalarını ayrı ayrı kesmezsin ki. cinnet bile anlaşılabilitesi bir durum. cinnet geçirip katil olanlar oluyormuş. iyi de parçalarını ayırmak nedir. kolu bacağı gövdesi falan... nasıl bir beyin yapısıdır. nasıl bir sapıklıktır anlaşılabilir değil.

toplumun resmi bu ortalama olarak. bir de önemsemediğimiz haberler var. hani o üçüncü sayfa haberleri. cinnet geçiren koca, anasını babasını kızkardeşini öldürdü tarzında çıkanlar. hem de hemen hemen her gün çıkanlar. bunları umursamaz olduk artık. garipoğlunun oğlu kızın birini kesince manşet oluyor, bir de doğuda 40 kişiyi düğünde öldürünce. gerisi tüh tüh tüh yazık olmuş şenliklerine konuk oluyor. sende bende izliyoruz. biraz aklımıza mukayyetsek.

5.01.2009

birey burada ne anlatmak istemiş?



ergenlikle anlamaya başladığımız saygınlık kazanma kaygımız bazılarına göre bir ömür sürüyor, bazılarına göreyse kazandığını anladığı an itibariyle yerini saygınlığını koruma çabasına bırakıyor. "bireyim" diye ortaya çıkan insan evladının çok zaman en büyük arzusu dönüp dolaşıp toplumun ona nasıl baktığı oluyor. toplumun ona bakış açısını toplumun değerleriyle yargılayan birey "kendini" bırakıp toplum olmaya kalktığı anda saygın olduğunu hissediyor ki bu da kendine yaptığı en büyük saygısızlık oluyor bir bakıma.



toplum içinde mevkisiyle kendine bir yer edinenler, bireyselliğini terk edip mevkisini kaale almaya başladığı andan itibarense ya mevki koruma telaşesine giriyor yada mevkisini başkasının yüzüne vurmaya başlıyor. tabii bununla da sınırlı da kalmıyor pek çok zaman. bazısıda kendinden "üst" olanlarla organik bir bağı yoksa başlıyor derdini dökmeye. derdini dökmeyi de açılmak olarak algılamayın sakın ola ki. derdini dökmekten kastım tamamiyle içindeki kini abuk sabuk durumlarda saçmasapan laflarla ortaya çıkaranlar. yılların ezilmişliğini bir günde farklı formatlarla ortaya dökenlerin trajedisiyse yıllardır içine girmek istedikleri toplumdan dışlanmakla olabiliyor. ancak bu açığı kapatmak isteyen çeşitli metaryalleri ortaya çıkarttıkları da görülmemiş bir olay değil elbette. çevresine hoş görünebilmek adına zaman zaman ilkelerini çöpe atma gafletinde bulunmaksa yenir yutulur işler olmadığı için ya devam filmlerinde karaktersizlikleri ve nereye çekersen çek gelebilecek tavırlarıyla yada kazandıklarını bir seferde kaybeden halleriyle göze çarpan bir tavır olabiliyor.

biz kırk kişiyiz birbirimizi biliriz formatının her daim peşimizden koşturduğu küreselcik hayatın içinde kendini kaybedip toplum olmaya çalışanlar toplumun kendi olduğunu unutanlardır. toplumun bireylerin bütünü olduğunu unutup o güruh içinde yer edinmeye çalışmak için kayıtsız şartsız sosyal dünya içinde olmak gerektiği gafletinde bulunmaksa "birey"in kendini kaybetmeye başladığı anın başlangıcıdır neredeyse. kendi olabilmenin toplum, toplum olabilmenin kendisi olabilmek olduğunu 70'inde farkedebilmekten daha büyük bir kayıpsa bu durumu hiç farkedememektir!

4.29.2009

simurg


"Bu kuşun özelliği, gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak kül olmak suretiyle ölmesi, sonra kendi küllerinden yeniden dirilmesidir. Kuşlar Simurg’a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Ancak ne var ki, kuşlar dünyasında her şey ters gitmeye başlamış. İşler ters gittikçe onlar da durumu düzeltmesi için Simurg’u bekler dururlarmış. Fakat Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler. Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg’un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg’un var olduğunu düşünen dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte hükümdarlarının huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler. Ancak Simurg’un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı’nın tepesindeymiş. Oraya varmak için ise hepsi birbirinden çetin yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş. İstek, aşk, marifet, doygunluk, birlik, hayret ve yokluk vadileri... Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi hazlara takılanlar yolda birer birer dökülmüşler. Yorulanlar ve düşenler olmuş. ‘Aşk denizi’nden geçmişler önce... ‘Ayrılık vadisi’nden uçmuşlar... ‘Hırs ovası’nı aşıp, ‘kıskançlık gölü’ne sapmışlar... Kuşların kimi ‘aşk denizi’ne dalmış, kimi ‘ayrılık vadisi’nde kopmuş sürüden... Kimi hırslanıp düşmüş ovaya, kimi kıskanıp batmış göle... Önce bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp... Papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş; kartal, yükseklerdeki krallığını bırakamamış. Baykuş yıkıntılarını özlemiş, balıkçıl kuşu da bataklığını... Vadileri aştıkça sayıları gittikçe azalmış. Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen altıncı vadi ‘şaşkınlık’ ve sonuncusu olan yedinci vadi ‘yokoluş’ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş... Kaf Dağı’na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış. Bakmışlar ki, dağın zirvesinde kimse yok! Tam kendilerini kurtaracak hükümdarlarını bulamamanın düş kırıklığını yaşıyorlarmış ki, sonunda işin sırrının sözcüklerde olduğunu anlamışlar: Farsça ‘si’ otuz, ‘murg’ ise kuş anlamına geliyormuş. Simurg’un yuvasını bulunca ögrenmişler ki, ‘Simurg’ ‘otuz kuş’ demekmiş. Yani Simurg aslında kendileriymiş. Hepsi Simurg’muş. Otuz kuş anlar ki, aradıkları sultan kendileridir ve gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur..."

Hamit TURHAN
22.03.2006
Fanatik

canın sağolsun


yazmışlar, şiirleştirmişler, bestelemişler, resmetmişler. hepsinin bir derti varmış. derdini dökmüş anlatmışta anlatmış. yetmemiş devamını da anlatmaya soyunmuş ikincinin başlığının yanına roma rakamıyla 2 yazarak. bazısı başlık dahi atmamışta biz başlıklara alıştık bulması kolay olsun diye sonradan gelmiş başlığı derleyen toparlayan tarafından. başlık atana da yar etmemişler o başlıkları bazen. yine mi çiçek demiş şair, adı madam despina kalmış. ara ki bul ondan sonra. ama arayanınında bulanında derdi aynıymış. nasıl yorumladığı neler hissettiğiymiş bakarken, dinlerken, okurken, resmederken...

herkesin bir derdi var. herkes kendine göre bir dert buluyor dertsiz başına. derdi olunca önemli insan zannettirecek ya çevresine kendisini. o da takılıyor bir yerlere eninde sonunda takıntılı olup çıkıyor bilimsel olarak. ama asıl varolan insanın tutunma çabası oluyor. bir yerlerden tutunuyor. bu fani dünyada o tuttuğu dalla ayakta kalmaya çalışıyor. biri nazım oluyor şiirlerini okuyup isyan ettiriyor, biri yunus oluyor okudukça insanlığı öğretiyor. bazısı orhan oluyor. basitliğin kudretine tapıyor. basitlikte buluyor kendine göre dengeyi. asıl öğreti bu aslında. o bulduğu dal her halükarda uçurumun kenarında kendini zar zor tutmaya çalışan, aşşağıdan bakıldığında imrenilen, yukarıdan bakıldığında küçümsenen bir kök oluyor ama tutanın hayattaki gayesi olmaktan kendini alıkoyamıyor. onun da bir derdi oluyor sonrasında. ya che gibi markalaşıyor ister istemez. ya ata gibi yol gösterici oluyor...

kısacık bir hayat verdiğimiz savaş. sorduğumuz sorular. kısacık bir hayatı çözümleme çabası. yarın sabaha çıkacağı belli olmayan milyonlarca insanın saçma sapan bir uğraşı bir bakıma. yada orhan veliye göre öyle de shakespeare'in derinlikleri bambaşka. ama aslı hayatın içinde saklı. geçmişe özenenlere inat zamanını yaşamayı bilen. savaşını sadece "an" için verenlere bir ödülü olmalı bu hayatın. gerisi fasarya...

kardeşim

şair olsam şu fotoğrafa bakıp şiir yazarım.ressam olsam şu fotoğrafa bakıp resmederim.yeterince güvensem kendime yazar olabilmek için hikayesini yazarım. besteci olsam yine mi çiçek derim meral okay olmaya soyunurum. balıkçı olsam kayığımı bu iskeleye bağlarım...

olan oldu sayılır. bu zamana kadar yapılan yapıldı. yapılabildiği kadarıyla. hani kardeşlik falan denir ya. bir öz kardeşin vardır kardeş gibi. bir de hakikaten bir şeyler paylaştığın. buraya dikkat! hakikaten bir şeyler paylaştığın. bir şeyler paylaştığını sandıkların değil. kardeşlik dediğin paylaştıklarının reklamını etmek değil. kardeş gibi davranabilmektir. kardeş gibi davranmak salt kendinden büyüğe saygı duymakta değildir. kardeş gibi davranmak benim abimden gördüğümdür. benim kardeşlikten anlayışım odur. o da çıtayı öyle bi yere koymuştur ki bazıları zıplasa bile yetişemez kolay kolay.

asıl diyeceğim o değildi aslında. fotoya bakıp fotonun gerisindekine gönderme yapmaktı. ben bu fotoya baktıkça o engebeli yamuk yumuk ama ayakta kalmayı başarabilmiş iskelenin sonuna gelmiş, bir yerlere varabilmiş, aynı zamanda birbirlerine nasıl kardeş olunabileceğini göstermiş iki insan görüyorum. fotonun öbür tarafı bu iki insanı buralara kadar getirmiş anne baba olabilirdi elbet. ama onlar birazda o iskelede saklı kalmış sanki. iskelenin ayakları gibi. fotoyu çekense o kardeşliği son bir kaç senede görebilmiş ama fotoyu bırak bozmayı, eskitmeyi ona renk katmış bambaşka bir boyut kazandırmış ve bozmamak için elinden geleni ardına koymamış dünya tatlısı bir insan. teşekkür ediyorum sana. teşekkürler bu zamana kadar yaptığın her şey için ve bundan sonrası için... umarım sana yakışanı da ben bulurum.

müzikli dakikalar / 1



böyle de yazmaya düşman oldum bu aralar. ne kadar kopy varsa buraya peystliyorum. sanki her saat başı benden yeni bir post gelmesini bekleyen bir kitlem varmış gibi. neyse, sizi şarkıyla başbaşa bırakayım. radyo dj yi gibi şarkıyla alakalı bir şeyler söylemeye kasmayayım kendimi..

4.28.2009

yalan dünya / 1


"Biz futbolun sahte dünyasının içindeyiz. Bu tamamen düzmece bir dünya. Bize basit bir oyun oynamamız için milyonlarca dolar ödeniyor. Ama biz sadece sistemin devam etmesi için kendini satan köleleriz. Ben sadece futbolcu Almeyda değilim. Bir insanım, bir babayım ve bir çiftçiyim. İşte bu benim. Ve futbolun içinde kaldığım her gün gerçek Almeyda’dan uzaklaşıp, kişiliğimi yitiriyorum"

Jesus Almeyda

4.24.2009

haberimiz var / 1


hayvanlar aleminin en uzun bacaklı mankenlerinden olan zürafa ece bir kez daha üstsüz yakalandı. hamile olduğu zamanlarda bile üzerine hiç bir şey giymeyen cüretkar güzel ece, şu sıralar "ateş ediyorsun" çakmaklarının sahibi zebra kamille birlikte ümraniyenin kuytu köşelerinde tatilde. otlaklarda güneşin keyfini çıkaran ece eşi sırtında güneş yağı sürerken objektiflere böyle yakalandı.

4.14.2009

pas!



kürtçe bilmem, anlamam, dinlemem. pekte rahatsız da olmam. turistlerin rusça konuşması neyse kürtçede odur benim için. kürt arkadaşlarımda oldu. kendi aralarında da konuştular. çok rahatsız olduğum zaman terk ettim ortamı. rahatsız olduğum dediğimde yazlıkta kendi arasında almanca konuşmaya başlayan gurbetçiler ne kadar battıysa artık. rahatsız olmadığım zamanda dinlemeye anlamaya çalıştım. malum fonetiği fransızcaya benziyor. bazı kelimeleri anlaşılır derecede de benzerdir. o kadardır alakam. şu avrupa birliği yasaları nedeniyle de kürtçenin öğrenimi ve televizyonun açılması da bence her iki taraf içinde gösterişten başka bir şey değildi. taraftan kastımda kürtü türkü değildir hani. kürtçülük yapanıyla türkçülük yapandır. ikiside faşisttir nazarımda ikisinin de yeri yoktur ne kalbimde ne beynimde.

bu kadar kişisel bilgi yeter. gelelim konumuza. kürtçe pas istemenin yasak olduğu van'ın muradiye ilçesindeki polislerle öğrenciler arasında yapılan futbol maçına. harun gümüş isimli bir çocuk yanlışlıkla kürtçe pas istiyeveriyor. sevgili polislerimiz bakıyor ki vatan elden gidiyor bu hoş karşılanamayacak eylem karşısında anında olaya müdahale ediyorlar. sonuç; 4 yaralı!
6 terörist öldürüldü 1 polisimiz şehit haberini de alabilirdik (yanlış anlaşılmasın bazı çok ironik aydınlarımız(!) gibi doğudaki askeri mücadeleyi küçümseme gafletinde bulunmuyorum). ilahlar korumuş polislerimizi. olası bir çatışmayı engin öngörüleriyle süzüp halledivermişler ortalık yere çıkmadan sağolsunlar(!).

3 önceki postta da dediğim gibi bu toplum artık kendini yiyip bitiriyor. her şeyden nem kapar oldular. bu olayda olduğu gibi kaş yapayım derken göz çıkarmaları içten değil. bir güzellik yapalım diyor. bir birlik beraberlik, bir barışma sağlansın bu kavganın içinde diyor. onu da eline yüzüne bulaştırıp bırakıyor. nasıl bir hastalık nasıl bir vebaysa artık hepimizi yiyip bitiriyor. insanlarının büyük bir çoğunluğunun mehmet ali erbilden beslendiği, saatlerce adnan aybabanın yaptığı gerizekalılıkları konuştuğu, ahmet çakarı el üstünde tuttuğu, cengiz çandar gibilerini düşün adamı olarak bellediği, yaftalamıyoruz derken birbirini yaftalayan çok satan(!) gazetesinin olduğu, taraf olmayı bir halt sananlarının, biraz kendine aykırı gelenini gazetesinden men ettiği bir toplumun sağlıklı, sıhatli, soğukkanlılıkla olaylara yaklaşabileceğini beklemek abesle iştigal oluyor artık. ne sosyologlarımız sosyolog, ne bilimadamlarımız bilimadamı. ne hocalarımız hoca. et g.t muhabbeti yapan adamı yere göğe koyamaz olduk, sonrada kafasını kapatıp özgür düşünmelerini bekleriz gencecik kızlarımızın...

bu toplum bu noktaya nasıl geldi. bu insanlar nasıl bu kadar çıldırdı. dünyanın en eğlenceli sporu bu topraklarda neden bu kadar sapıttırıldı, bir oyun bile oynamayı bilmeyen bu adamları 12 eylül mü yetiştirdi, yoksa onları yetiştirenler mi 12 eylülü yaptı? bu özgüvensizlik bu üçkağıtçılık, bu toplumun yaşam kaynağımıydı yoksa...

bilemiyorum. artık öyle bir noktaya geldi ki olay bilmek bile istemiyorum. bu kokuşmuşluk bu rezalet öyle bir sarmış ki herbir yanımızı, kafamızı kaldırıp göğe bir an olsun bakıp bir kez geldiğimiz şu dünyada bir anı kavga etmeden yaşamayı beceremez olduk.

bu dünyadan umudu kesmiş bu toprağın insanları. hülyaları cenaze namazlarının kılınmasını beklemek olmuş. onlar bekleyedursunlar bazıları yaşamayı tercih ediyorlar. yaşamayı bilenler. ara sıra oturup hayal kurabilenlerde o hayallerinin yerini bu ülke içinde göremez oldu. kaçıp gitmek istiyorlar yada bir sığınak arıyorlar. bu toplumdan uzak bu topraklar içinde.

sığınakçıların ve kaçakların hikayeleri de başka bir posta artık...

sakin ol!



bu adamlar bu işte iyiden iyiye profesyonelleşti. filmler harika. çekimler harika. hani bu işlerden çok anlamam. yapım aşamasını falan bilmem de iyi bir izleyici olarak videolarını çok beğendiğimi söyleyebilirim.

bates motel productions ın diğer videolarına buradan ulaşabilirsiniz;

http://www.youtube.com/user/batesmotelpro

çağdaş yaşam gözaltında!

4.13.2009

fatih terimmiş bütün derdimiz


ne büyük kötülük etmiş bu adam yahu türk futboluna.
tohumlar atmış dört bir yana, eşek kadar adamlar hür iradeleriyle hareket edemedikleri için bunu dinliyormuş.
hagi' yi de o yetiştirmiş hatta...
emre belözoğlu'su ardası semihi hepsinin anasını becermiş. ee haliyle hepsi topluca adeta bir tarikata girer gibi orospu çocuğu olmuş (emreyi günahım kadar sevmem).

dünkü olayların çıkmasında herkesin payı vardır. antu.com da metin şeninde dediği gibi (kaldı ki bu olayları buraya getiren çıban başlarından birinin oğludur kendisi) iki yönetimde çıkıp ortak bir bildiri yayınlayıp. federasyondan önce oyuncularına ceza verip sorumluluğu da kabul etmeliler.

bu olaylar dün çıkmadı ortaya. 1996 da başlamadı. temiz bir 20 senelik geçmişi (rıdvanla hayrettinin birbirine girdiğini unutulalım mı bir seferde) var bu ayıbın. fazlaca temiz zannetmeyin fatih terim öncesi veya sonrasını yada birine yüklenme gafletinde bulunup bütün sorumluluğu üstünüzden atmaya kalkmayın.

bu ayıpta ardasından semihine kadar taraftarından yönetimine kadar herkesin payı vardır. ali şende buna dahildir, ergun gürsoyda daha fazlası da.

önce oturun içinizdeki irinleri temizleyin. maç öncesini izlediniz mi bilmiyorum. fenerbahçenin bir amigosu var sefa isimli. salyalarını akıta akıta giriyordu stada. bu adamı türkiyenin herhangi bir stadına girmesine olanak sağlayan hukukuda emniyeti de sorumludur bu işlerden.

sabri diye bir adam var. her türlü pisliğin içinde en önde bayrak tutan. her türlü ahlaksızlığı terbiyesizliği yapan bir tip. her fenerbhçe maçında bir vukuat. her kavganın hazırlayıcısı. dayamış kendini tarikatına hakan şükürüne devam diyor hayatına. bizde bunu sporcu(!) diye izliyoruz. önce o stattaki taraftarlar adam olsun o şerefsizi temizlesinler o takımdan. oynayamasın ıslıklansın.

diğer tarafta lugano! bu adama ben daha fazla bir şey söyleyemiyorum. bu gün hasta fenerli bir arkadaşım söyledi. onun ağzından da duydum ya artık ölsem gam yemem. bu adamın deli raporu var herhalde dedi. normal değil bu adam dedi. iyi de dedi. ben bir şey diyemiyorum zira kendisine.

bu adamlara özenen daha bir sürü adam. bir sürü genç. ama adam! adammış gibi duran. biri milli takımın kalecisi. stada s.kini gösterir. biri stoperi. rakibini ısırır. ulan sanki bu adamlara bu işleri ilk kez yapıyormuş gibi şaşırıp heyecanlanmıyormuyuz. ben en çok bu halimize hayranım. hepsi bu ve buna benzer olayı her maçta yapardı. bu sefer çıktılar hepsini bir maçta sergilediler.

dünkü maç bu toplumun. bu leş, kokuşmuş, çıkar uğruna her şeyini satan. gençlerini bu ülkeden soğutan. kavgadan savaştan prim yapan cumhurbaşkanında ana muhalefet liderine. hükümet partisinin il örgütünden, terörist partisinin liderine hepsinin birer yansımasıydı. sevgili kardeşlerimiz, abilerimiz semih şentürk ve arda turanda aslında en masumlarıydı. en ahlaklısıydı. en sevileniydiler. taa ki düne kadar. dün bu ülke için çırpınıp her şeye rağmen bir şeyler yapmaya çalışan efendi dürüst adamların ne hale geldiklerini gördüm ben sahada. inanın ikisi de kardeşimmiş gibi çok üzüldüm. ender sevdiğim fenerli topçulardan semihin o hallerini, adeta hayranı olduğum ardanın çileden çıktığı hali görüp dedim ki boşuna değilmiş buralardan kaçma isteği. boşuna değilmiş boşverip gidesilerim. küfredişlerim bu topluma. bu adam yerine konamayasıca topluma, düzene.

bırakın kendinizi temize çıkarmak için kurban seçmeyi. biz ne halt ettik. nasıl bir insanız diyebilin bir an olsun. bir düşünün bunu. 15 dakika düşünün. illa ki bir payınız vardır.

4.10.2009

annovn

bir başlangıç yapmak isteyen birine akıl veren aklı ziyanlar eskiden atasözleriyle başlar kendi hayatlarından kesitlerle devam ederlerdi. şimdilerde başkalarının hayatlarıyla başlıyorlar öğütler vermeye yine kendileriyle devam ediyorlar. dönüp arkana baktığında değişen pek bir şey yok. o zaman ki fikir babaları atalarını kaale alırdı şimdikilerde başkalarının hayatlarını. hepimiz o direğin ucundaki kuş gibi bakıyoruz. bazılarımız gördüğü kuşlara kuş beyinli diyor ve bu durumdan çok fena mutlu oluyor. bazılarımızın tek farkı kendisininde kuş beyinli olduğunu kabul etmek oluyor. söyledikleri uçup giderken gene geriye yazılar kalıyor(!).

tali yol

anlamlı (11) futbol (6) anlamsız (5) ben (5) birey (5) toplum (4) öteki (2) atarım tutar belki (1) atatürk (1) benten (1) müzik (1)

gözetmenler

Nineteen Eighty-Four

Nineteen Eighty-Four