
kürtçe bilmem, anlamam, dinlemem. pekte rahatsız da olmam. turistlerin rusça konuşması neyse kürtçede odur benim için. kürt arkadaşlarımda oldu. kendi aralarında da konuştular. çok rahatsız olduğum zaman terk ettim ortamı. rahatsız olduğum dediğimde yazlıkta kendi arasında almanca konuşmaya başlayan gurbetçiler ne kadar battıysa artık. rahatsız olmadığım zamanda dinlemeye anlamaya çalıştım. malum fonetiği fransızcaya benziyor. bazı kelimeleri anlaşılır derecede de benzerdir. o kadardır alakam. şu avrupa birliği yasaları nedeniyle de kürtçenin öğrenimi ve televizyonun açılması da bence her iki taraf içinde gösterişten başka bir şey değildi. taraftan kastımda kürtü türkü değildir hani. kürtçülük yapanıyla türkçülük yapandır. ikiside faşisttir nazarımda ikisinin de yeri yoktur ne kalbimde ne beynimde.
bu kadar kişisel bilgi yeter. gelelim konumuza. kürtçe pas istemenin yasak olduğu van'ın muradiye ilçesindeki polislerle öğrenciler arasında yapılan futbol maçına. harun gümüş isimli bir çocuk yanlışlıkla kürtçe pas istiyeveriyor. sevgili polislerimiz bakıyor ki vatan elden gidiyor bu hoş karşılanamayacak eylem karşısında anında olaya müdahale ediyorlar. sonuç; 4 yaralı!
6 terörist öldürüldü 1 polisimiz şehit haberini de alabilirdik (yanlış anlaşılmasın bazı çok ironik aydınlarımız(!) gibi doğudaki askeri mücadeleyi küçümseme gafletinde bulunmuyorum). ilahlar korumuş polislerimizi. olası bir çatışmayı engin öngörüleriyle süzüp halledivermişler ortalık yere çıkmadan sağolsunlar(!).
3 önceki postta da dediğim gibi bu toplum artık kendini yiyip bitiriyor. her şeyden nem kapar oldular. bu olayda olduğu gibi kaş yapayım derken göz çıkarmaları içten değil. bir güzellik yapalım diyor. bir birlik beraberlik, bir barışma sağlansın bu kavganın içinde diyor. onu da eline yüzüne bulaştırıp bırakıyor. nasıl bir hastalık nasıl bir vebaysa artık hepimizi yiyip bitiriyor. insanlarının büyük bir çoğunluğunun mehmet ali erbilden beslendiği, saatlerce adnan aybabanın yaptığı gerizekalılıkları konuştuğu, ahmet çakarı el üstünde tuttuğu, cengiz çandar gibilerini düşün adamı olarak bellediği, yaftalamıyoruz derken birbirini yaftalayan çok satan(!) gazetesinin olduğu, taraf olmayı bir halt sananlarının, biraz kendine aykırı gelenini gazetesinden men ettiği bir toplumun sağlıklı, sıhatli, soğukkanlılıkla olaylara yaklaşabileceğini beklemek abesle iştigal oluyor artık. ne sosyologlarımız sosyolog, ne bilimadamlarımız bilimadamı. ne hocalarımız hoca. et g.t muhabbeti yapan adamı yere göğe koyamaz olduk, sonrada kafasını kapatıp özgür düşünmelerini bekleriz gencecik kızlarımızın...
bu toplum bu noktaya nasıl geldi. bu insanlar nasıl bu kadar çıldırdı. dünyanın en eğlenceli sporu bu topraklarda neden bu kadar sapıttırıldı, bir oyun bile oynamayı bilmeyen bu adamları 12 eylül mü yetiştirdi, yoksa onları yetiştirenler mi 12 eylülü yaptı? bu özgüvensizlik bu üçkağıtçılık, bu toplumun yaşam kaynağımıydı yoksa...
bilemiyorum. artık öyle bir noktaya geldi ki olay bilmek bile istemiyorum. bu kokuşmuşluk bu rezalet öyle bir sarmış ki herbir yanımızı, kafamızı kaldırıp göğe bir an olsun bakıp bir kez geldiğimiz şu dünyada bir anı kavga etmeden yaşamayı beceremez olduk.
bu dünyadan umudu kesmiş bu toprağın insanları. hülyaları cenaze namazlarının kılınmasını beklemek olmuş. onlar bekleyedursunlar bazıları yaşamayı tercih ediyorlar. yaşamayı bilenler. ara sıra oturup hayal kurabilenlerde o hayallerinin yerini bu ülke içinde göremez oldu. kaçıp gitmek istiyorlar yada bir sığınak arıyorlar. bu toplumdan uzak bu topraklar içinde.
sığınakçıların ve kaçakların hikayeleri de başka bir posta artık...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder