5.24.2009

paolo maldini



7 Serie A, 5 Şampiyonlar Ligi, 3 Intercontinental, 5 UEFA Super Kupa, 5 İtalya Süper Kupa, 1 İtalya Kupası, Milli takımda 126 maç...

ve bitti.

5.16.2009

pakize (ii)



...saat sabahın beşi! pakizeyi saklandığı yerden çıkarıp eve götürmeye çalışıyorum. ancak büyük acılar çekiyor taşınırken. "maaovv" nidalarıyla sabahın köründe apartmanı inletiyor. asansör yetişiyor neyse ki imdadıma da eve götürmek kolay oluyor.

koridorda zıplaya zıplaya koştuğu yerde şimdi yere yapışmış yatıyor. ayağa kalkmaya çalışıyor ancak kıçını doğrultmaktan aciz. kanını sürüyor dolaştığı yerlere. manzara feci...

ev arkadaşımı uyandıryorum zar zor. pek anlamamış olacak ki sabahın köründe onu uyandırmamın nedenini "dur biraz daha uyuyayım" şeklinde değerlendiriyor uyku sersemliğiyle. ama anlıyor elbet bir şeyler olduğunu, gidiyoruz tekrar başucuna pakizenin. garibim odaların içine kaçmaya çalışıyor ama başaramadan tekrar yıkılıyor yere. bir an önce veterinere gitmemiz gerektiğini farkedip evden çıkıyoruz.

bir kaç ay önce azgınlığından dolayı gecenin bir yarısı gittiğimiz 24 saat açık olan bir veteriner geliyor öncelikle akıllara. adı "vetland"! kozyatağı carrefour'un karşısında. giriyoruz içeri, bir adam asistanım diye geçineninden, halk arasındaki yeri ise bildiğin hasta bakıcı. tabii bunu yaptığı muhteşem(!) tedavi yöntemlerinden sonra anlıyoruz. hayvana arka arkaya üç tane iğne vuruyor. sakinleştireceini ve iç kanamayı azaltacağını iddia ediyor bunların. bir yandan da asıl veterineri arayıp durumu anlatıyor. önce bir saat sonra geleceği iddia edilen veteriner sonra 8 buçukta gelir, sonra da acaba kaçta gelire dönüyor. biz bekletikçe gelme vakti uzaklaşıyor. bu sırada bir de serum takılması gerekliliğinden bahsediyor "asistan" ancak bacağında bulduğu koca iki damarda da iğneyi oturtqmıyor. bu sefer de seruma zaten gerek yoktu tarzı bir şeyle söylüyor. pakizenin durumu ise pek iç açıcı görünmüyor.

bu sırada oturduğum sandalyenin yanında bir "pet" dergisi görüyorum. her gördüğüm yazınsalı karıştıran içgüdüm bunu da karıştırmamı istiyor benden. şöyle bir göz atayım. kaldı ki içi kedi,köpek yemleri reklamlarıyla doluymuş derken bir de "vetline" isimli bir veterinerin röportajına çarpıyor gözüm. 6 katlı bir hayvan hastanesiymiş kadıköy anadolunun karşısında. neyse biz daha fazla beklemeyeceğiz diyip kalkıp gidiyoruz kadıköye.



ilk izlenim hoş. en azından bir hastaneye benziyor önceki petshop kırması veterinere göre. bir veteriner karşılıyor bizi ki böyle ilgili alakalı olan bir "bilim insanı" na karşılık hayvan olmak varmış dedirtiyor insana. korkudan her şeye "muuuaavv"layan pakize ilk dokunuşlardan sonra kendini doktoruna teslim edesi geliyor. o andan sonra ilk veterinerde kurtuluşunun çok zor olduğu iddia edilen pakize artık tedavi yöntemlerini dinliyor usulca...

son durum: çenesinde 2 kırık, belinde 3 kırık, böbreğinde kan toplanmış, kuyruğunda da bir kırık var. iyileşme durumu için bir hafta boyunca hastanede kalıcak, 3 haftada kafes istirahatinde. dualar ve dahası onunla olsun...

son not:
katil niyetli veterinerin yerini iyice bir öğrenin ki adımınızı atmayın; http://www.vet.com.tr/

pakize (i)



hayvanlarla aram genel olarak iyidir. amcamın "dino" serisi köpekleriyle bağlarda bahçelerde arkadaşımmış gibi koşarak ve konuşarak başlayan ilişki, tipik bir türk evinin evcili muhabbet kuşu "çapkın"ın bize taşınmasıyla devam etmiştir. her türlü evcil hayvanı severim, sıkarım, severken sıkarım, sıkarken severim, haliyle hırpalarım. hayvan sevgisine böyle bir bakış açısı getiren bene yaklaşık 9 aydır "pakize" isimli bir kedi eşlik ediyor. ev arkadaşımın ankaradayken satın aldığı pakize gördüğüm en sevimli, en güzel, en asil hayvanlardan biri. tam bir hanım olan pakize istanbul'daki hayatına 7.katta bir evde başladı.

zemin kattaki hayatını bırakıp 7. kata taşınan pakizenin alışma evresinde elimizden geldiğince biraz sakınıp, biraz elimizde aşşağıya baktırtıp merakını dindirmeye çalıştık. ancak pakizenin bulunduğu yüksekliği algılayıp algılamadığı, algılıyorsa neden hala aval aval pencereden aşağıya baktığıysa akıllarda hep bir soru işareti olarak yerini koruyordu.

ev arkadaşım hayvanı her daim pencere ve balkondan sakınmaya çalışırken, ben kendi gözetimimizde balkona çıkartıp hem güneşten hemde temiz havadan faydalanması gerektiğini savundum. böylece asıl doğası olan sokağın havasını az da olsa soluyabilecek, güneşinde tadını çıkarabilecekti. bu bağlamda da yaklaşık 1 aydır balkon ve civarında bulunduğum süre içerisinde bu akıllının balkona gözetimim altında çıkmasına izin verdim.



dün bütün gece açık olan balkon kapısına karşılık bu hanım kızımız zamanının çoğunu salondaki minderlerde yatarak geçirmeyi tercih etti. ancak gece 3 civarında uyanan pakize önce bacaklarımın çevresinde dolandı kısa bir süre sonra da balkona çıktı. genel olarak balkona çıktığında başında durduğum ve o sırada duramayacağımı bildiğim için hayvanı balkondan alıp koridora attım. oyalanması için de her daim kapalı tuttuğum odamın kapısını açtım...

okulla ilgili bir takım işlerimi yapmamdan dolayı sabahlamayı düşünüyordum dün gece. sabahlamanında en güzel yollarından biri tabii ki kahvedir. uykumun geldiğini hissettiğim sırada kahve almak için mutfağa gittim. ancak döndüğümde hayatımızda önemli bir yeri olan tuvalet gerçeğini farkettim. banyoya doğru koridorda giderken bir tuhaflık vardı. odama göz ucuyla bakıp koridordan geçerken pakize'yi göremiyordum. içime bir kurt düştü ve odaya girip bakınmaya başladım. ne yatağın en yumuşak yerine sinmiş yatıyordu, ne dolabın üzerine çıkmış laptop çantasını kendine yatak yapmıştı, ne de kaloriferin altına girip kendine "vakit ayırmayı" tercih etmişti. oda da yoktu. koridora çıktım orada da yok. ev arkadaşımın odasıyla mutfağın kapısı zaten kapalı, banyoda olmadığından da eminim. peki nerede bu kız?

salon ve balkonda yaptığım derinlemesine araştırmalar koltuğun sandığının içine de girmediğini, minderlerin içinde de bir yere sinmediğini gösteriyordu. geriye tek bir yer kalıyordu o da balkon. balkonda hepi topu 8 metrekarelik bir yer iken onu görememek neredeyse imkansızdı. sanırım aşşağıya düşmüştü!

hızla giyindim ve kendimi sokağa attım. balkondan düşme ihtimali üzerinde durup balkonun hizzasında ki yerlere bakıyordum. ne bir kan izi ne başka bir şey. evde olmadığına emin olduğum içinde bu durum biraz içimi rahatlatmıştı. her halde bir efsane daha gerçekleşmiş. 7. kattan düşen/atlayan bir kediye gene bir şey olmamıştı. muhtemelende buralarda bir yerlerde dolaşıyordu şimdi "dağdan şehre inmiş" misali.




apartmanın bulunduğu ada çevresinde bir tur atmaya karar verdim. sabahın köründe pakize pakize diye dolaşan birini gören pazarcı esnafının şaşkın bakışları altında turumu tamamlıyordum. ama pakizesiz bir şekilde. tam apartmanın yakınına geldiğim sırada apartman kapısının düşmüş olabileceğini tahmin ettiğim yönünün tam tersi doğrultuda, köşeye sinmiş, beyaz bir şey gördüm. sandım ki diğer kedilerden korkmuş, sandım ki tırsaklığından sinmiş oraya. düştüğü yerdeki kanların belki de üzerine basarken umudum en üst seviyedeydi. oysa yanına gittiğimde gerçeklerin farklı olduğunu gördüm. ağzı ve kıç tarafı kan içerisindeydi...

5.11.2009

bunları biliyor musunuz?


-iki dünya kupası finali arası rövaşata atmak ancak sabri sarıoğluna yakışır.

-messi ibrahim üzülmezle coşarız dedi.

-hikmet karaman önceki hayatında fatih terimmiş.

-fenerbahçe başkanı aziz yıldırım selçuk şahinle iniestayı takasa var mısınız dedi. bu da 103. yıldaki hedeflerin büyüklüğünü gösterdi.

-yıldırım demirören tüm konsantrasyonumu beşiktaşa vereceğim dedi.

-zidane yaşayan en büyük futbolcu listesinde 14. sıradan mehmet güveni gösterdi.

-zidane hızını alamadı mehmet geçmişin olduğu kadar geleceğimizinde teminatı dedi.

-zidane tam yatağına yatmış uyuklamaya çalışırken mehmet güven varisimdir dedi.

5.10.2009

ayna



dünyayı dolaşmak diye bir gayretim olmadı şimdiye dek. dolaşmak ister elbet her gönülde kolay değildir herhalde bir dünya turu atmak. kaldı ki nasıl ve ne için olacak bu iş? "maksat ben güney afrikanın bilmem ne kasabasında aslanın sol yanını yedim mangalda, arkadaş hayatımda yediğim en güzel etti, benim diyen danaya taş çıkartır" demekse bu turdaki amacım en sonuna da bi cümle daha ekle. şöyle dükkan adı vereninden. richard ustanın yeri gibisinden. kimse bilmez salaş bir yerdir ama ben bilirim diye de tribini at sonunda. resmi tamamlarsın. yok illa her şeyiyle gittiği kültürü yaşayacak bir gezginlikse senin amacın o zaman işin zor. düğünü nasıldır, cenazesi nasıldır, insanlar neye sevinir neye üzülür falan derken işin uzun sürer. kapitali tekrar yorumlasan benzer boyutta daha kolay işin.

ama yaşadığın toplumun yaşam şartlarını düğününü bayramını öğrenmek daha kolay. en azından kendi hayatından kesitlerle yarılarsın yolu haberin olmaz. gerisi biraz insan içine çıkmaya bakar.

"güzel" ülkemiz diye tabir ettiğimiz "yanlız" ülkemizi anlamaksa hayli zor. nuri bilge ceylan yalnız ve güzel ülkemize hediye ettiği ödülü düşündükçe cümlesinde bir hata olduğunu anlamak çok zor değil zannımca. zira deliler gibi kendini tanıtma meyillisi bir ülke için fazla sanki bu laflar. tamam yalnız olması bir yerde kati. eyvallah coğrafya diye bakarsan illa ki güzel. ama insanı ne kadar güzel?

40 kişi öldürmüş adamlar. hem de nerede? düğünde. cenazeyi bassalar daha makbuldü. düğün bu yahu. ne hayaller vardı o düğünün içinde. ne heyecanlar. ne zevkler. hepsini silmiş süpürmüş bunu düzenleyen adamlar. kendisinin b.k gibi dünyasına bir değişik hava katmış. ne diyorlar şimdi? düğün bastık mı? lan düğün basmanın bile bi adabı olur. biz türk filmlerinden böyle öğrendik. basarsın düğünü. mutsuz sevgilini alır çıkarsın ordan. adam ne sevgili tanımış ne akraba dümdüz gidivermiş topuna. ne cinayeti diye başlık atarsın ki buna? namus cinayeti diye yürüdün bunca vakit, töre dedin. o da tutmadı bir zaman sonra. töre dediğin olan bir şeydir. kimse itiraz edemez. koca ülke tartışır olmuş senin saçma sapan törelerini sende oturup savunmaya başlamışsın. ne dediler sonunda? "katliam"! açıklayabildi mi bu olanın bitenin her türlüsünü? tren de bombalasan katliam, istanbulda işlek bir caddede bomba patlatsan da katliam. ee bu ne şimdi? hiç birine uymuyor. pkk dediğin şeyimin solcusu örgüt bile yapmıyor bu işleri. ille bir halt yiyecekse konunun nerelere gideceğini düşünebiliyor az da olsa. ama neymiş sevdiği kızı buna vermemişler. aferin!

...

adama aklına gelecebilcek bütün şartları sunmuşlar. rusya, fransa, çin bilmem ne derken bir de dünya turu benzeri bir şey sunmuşlar. hem öyle üç beş gün değil. her ülkede bir sene kalmış. sonrasında yeter bu kadar gezmek deyip çekmişler istanbula. bir okula yazdırmışlar, olmamış. diğerine paslamışlar... oradayken şans eseri tanıştığı bir bildiğin orta halli ailenin kızına sevdalanıvermiş. hem de ne sevdalanmak. kafasını kesercesine. bütün parçalarını kesip gitar kutusuna yerleştirilcesine. düşünce kırıntısı var mı? yok! nasıl olsun ki? adam sanat icra ettiği aletin kabının içine kız arkadaşının parçalarını yerleştiriyor. aman yarabbi nasıl bir piskopatlıktır bu? hangi insan yapabilir? nasıl kıyabilirsin o kızcağıza yahu. anlarım nefret edersin bir insandan. hepimiz birilerinden nefret etmişizdir bu güne kadar. ama gidipte parçalarını ayrı ayrı kesmezsin ki. cinnet bile anlaşılabilitesi bir durum. cinnet geçirip katil olanlar oluyormuş. iyi de parçalarını ayırmak nedir. kolu bacağı gövdesi falan... nasıl bir beyin yapısıdır. nasıl bir sapıklıktır anlaşılabilir değil.

toplumun resmi bu ortalama olarak. bir de önemsemediğimiz haberler var. hani o üçüncü sayfa haberleri. cinnet geçiren koca, anasını babasını kızkardeşini öldürdü tarzında çıkanlar. hem de hemen hemen her gün çıkanlar. bunları umursamaz olduk artık. garipoğlunun oğlu kızın birini kesince manşet oluyor, bir de doğuda 40 kişiyi düğünde öldürünce. gerisi tüh tüh tüh yazık olmuş şenliklerine konuk oluyor. sende bende izliyoruz. biraz aklımıza mukayyetsek.

5.01.2009

birey burada ne anlatmak istemiş?



ergenlikle anlamaya başladığımız saygınlık kazanma kaygımız bazılarına göre bir ömür sürüyor, bazılarına göreyse kazandığını anladığı an itibariyle yerini saygınlığını koruma çabasına bırakıyor. "bireyim" diye ortaya çıkan insan evladının çok zaman en büyük arzusu dönüp dolaşıp toplumun ona nasıl baktığı oluyor. toplumun ona bakış açısını toplumun değerleriyle yargılayan birey "kendini" bırakıp toplum olmaya kalktığı anda saygın olduğunu hissediyor ki bu da kendine yaptığı en büyük saygısızlık oluyor bir bakıma.



toplum içinde mevkisiyle kendine bir yer edinenler, bireyselliğini terk edip mevkisini kaale almaya başladığı andan itibarense ya mevki koruma telaşesine giriyor yada mevkisini başkasının yüzüne vurmaya başlıyor. tabii bununla da sınırlı da kalmıyor pek çok zaman. bazısıda kendinden "üst" olanlarla organik bir bağı yoksa başlıyor derdini dökmeye. derdini dökmeyi de açılmak olarak algılamayın sakın ola ki. derdini dökmekten kastım tamamiyle içindeki kini abuk sabuk durumlarda saçmasapan laflarla ortaya çıkaranlar. yılların ezilmişliğini bir günde farklı formatlarla ortaya dökenlerin trajedisiyse yıllardır içine girmek istedikleri toplumdan dışlanmakla olabiliyor. ancak bu açığı kapatmak isteyen çeşitli metaryalleri ortaya çıkarttıkları da görülmemiş bir olay değil elbette. çevresine hoş görünebilmek adına zaman zaman ilkelerini çöpe atma gafletinde bulunmaksa yenir yutulur işler olmadığı için ya devam filmlerinde karaktersizlikleri ve nereye çekersen çek gelebilecek tavırlarıyla yada kazandıklarını bir seferde kaybeden halleriyle göze çarpan bir tavır olabiliyor.

biz kırk kişiyiz birbirimizi biliriz formatının her daim peşimizden koşturduğu küreselcik hayatın içinde kendini kaybedip toplum olmaya çalışanlar toplumun kendi olduğunu unutanlardır. toplumun bireylerin bütünü olduğunu unutup o güruh içinde yer edinmeye çalışmak için kayıtsız şartsız sosyal dünya içinde olmak gerektiği gafletinde bulunmaksa "birey"in kendini kaybetmeye başladığı anın başlangıcıdır neredeyse. kendi olabilmenin toplum, toplum olabilmenin kendisi olabilmek olduğunu 70'inde farkedebilmekten daha büyük bir kayıpsa bu durumu hiç farkedememektir!

tali yol

anlamlı (11) futbol (6) anlamsız (5) ben (5) birey (5) toplum (4) öteki (2) atarım tutar belki (1) atatürk (1) benten (1) müzik (1)

gözetmenler

Nineteen Eighty-Four

Nineteen Eighty-Four